9 Haziran 2014 Pazartesi

Mezarlık Hikayeleri – 2 Zambak Köşk Bölüm 1

Yazan
Hamdi EKMEN


Tamamen ücretsizdir, kaynak gösterilerek çoğaltılabilir, ticari bir amaç dışında basılı kopyaları
oluşturulabilir. Diğer tüm telif hakları yazara aittir.

Bu ikinci hikayemi bana manevi desteğini esirgemeyen dostlarıma armağan ediyorum.


Okuyarak ve paylaşarak desteğini hissettirenlere sonsuz teşekkürlerimle...


Bölüm 1 : Giriş 

Diğer günlerden farklı olarak bugün kendini çok daha yorgun ve halsiz hissediyordu. Gözlerini aynadaki
kendi yansımasına dikmiş dalgın dalgın bakarken, o sonsuz derinlikte kaybolduğunu hissetmeye başladı.
İnsan kendi yansımasıyla konuşurken ne kadar şaşırırsa, kendini tanımaktan da o kadar uzaklaşıyor diye
düşündü. Üstüne başına iyice çeki düzen verip, beyaz gömleğinin üzerindeki siyah takım elbisesini
tamamlayan dar kırmızı kravatını sol eliyle düzeltti, hala yatmakta olan karısının yanağına masum bir
öpücük kondurdu ve sağ eline aldığı ağır evrak çantasıyla evin kapısından çıktı.

Adamın karısı gayet sakin ve hayata hep pozitif bakan biriydi. Kendisi ise tam tersi, genelde olumsuz
düşünür, bir şeyleri kendi haline bıraktığın zaman hep kötüye gideceğine inanırdı. Zaten doğru evlilikler
de çoğunlukla böyle zıt kutupların birbirini çekmesiyle başlar, bir süre sonra her iki taraf da eksik
yönlerini karşısındaki ile tamamlar ve ortam nötr olurdu. Yılbaşından beri birlikte planladıkları yaz
tatiline sayılı günler kala eşi aniden rahatsızlandı. Henüz yeni evli sayılırlardı, yaklaşık altı aydır aynı evi
ve aynı hayatı paylaşmaları, bazen sıkıcı bazen de en mutlu anları birlikte yaşamaları onları zorluklara
karşı daha güçlü kılıyordu. Fakat bu hastalık onlar için zirve noktası oldu.

Önceleri ani bayılmalarla başlayan süreç, bir süre sonra müşahade odasında ardı ardına yenilen
serumlar, doku ve kan tahlilleri ile devam etti. Fakat tıp bilimi ne kadar gelişmiş de olsa insan beyni hala
bambaşka bir alemdi ve doktorlar sorunun kaynağını net olarak bulamadılar. Yurt çapında en ünlü
hastaneler, cerrahlar ve profesörler ile çeşitli çalışmalar yapıldı ama sonuç yine aynıydı.Bu esnada yıllar
birbirini de kovaladı. Hastalığın ne olduğunu, ne gibi sonuçlar doğuracağını bilemedikleri için çocuk
yapmaya da pek cesaret edemediler. Ama ikisinin de aklında minik bir kız çocuğu, onun pembe
pijamaları ile beşiğinde uyuduğu günlerin hayali vardı. Adam çok uzun zamandır sadece işiyle ilgileniyor
ve sosyalleşmeye vakit bulamıyordu. Tatil planları doktor kontrolleri yüzünden sürekli erteleniyor,
genelde günübirlik gidilen yerlerde kafa dinlemeyi tercih ediyorlardı.

Karısı bir gün internette yayınlanan fırsat kuponu ile ormanın içinde sessiz ve sakin bir ahşap ev
kiralamıştı. Üstelik şehrin hemen yanı başındaki küçük bir tatil beldesinin köylerindeydi ve ulaşım çok
kolay olacaktı. Adamı ikna etmek de çok zor olmadı, zevkleri benzer olduğu için birbirlerine yaptıkları
sürprizler de isabetli oluyordu.

Cuma akşam üzeri fazla bir eşya toplamadan yola koyuldular. Oldukça dar ve virajlı yollardan geçtikten
sonra etrafta yaşlıların keyif alarak dolaştığı, kıraathanesinin sinek avladığı bir köy merkezine geldiler.
Belli ki bu köyde pek genç yoktu. Arabadan inmeden, yol tarifi almak amacıyla yaşlı amcalardan birine
yaklaştı. Eşinin olduğu camı yarım açarak, kafasını o yöne doğru uzatabildiği kadar uzattı ve "Amca
selamün aleyküm, bu köyün çıkışında Zambak Köşk diye bir yer varmış, ne taraftan gidebiliriz?" diye
sordu.

Sesin nereden geldiğini zorlukla farkeden yaşlı amcanın muhtemelen kulaklarından birisi duymuyordu.
Soranları görmeyi başarıp soruyu da idrak edebildikten sonra parmağıyla ters istikameti gösterdi. Adam
dikiz aynasından geriye doğru bir bakış attı, ardından amcaya teşekkür etti ve ani bir U dönüşü ile
geldikleri yöne doğru hareket etti. Beş yüz metre kadar gittikten sonra yolun sağ köşesinde bir
tabelanın devrilmiş olduğunu gördü. Hemen arabasını kenara çekip indi ve metal levhayı kaldırdığında
geç de olsa Zambak Köşk yazan tabelayı görmüş oldu. "İşte yolumuz burası" diyerek heyecanla
arabasına bindi ve dar patika yola giriş yaptı. Dört çarpı dört ve sınıfının en güçlü motoruna sahip
arabası ile adeta yolun tozunu attırıyordu. Yol daracık, sadece tek aracın gidebileceği kadar açılmış ve
sağlı sollu olarak pelit ağaçlarının ortasından geçiyordu. Zaman zaman aracı sarsan yoldaki engebeler,
kadının da korkuya kapılmasına sebep oluyordu. Bir süre sonra geniş bir avluya çıktılar ve tüm
ihtişamıyla Zambak Köşk karşılarında yükseldi.

Köşk'ün girişi Osmanlı 'nın son yıllarına ait bir mimariye sahipti, İstanbul Boğazı'ndaki yalıları andırır bir
endamı vardı. Sağlı sollu yükselen kesme taş merdivenler tek bir ahşap kapıda birleşiyor, iki katlı bu
Köşk'ün girişindeki yüksek antreye açılıyordu. Köşk'ün çatısı kızıl kiremitten, kenarları ise özel oyma
kireç ve boyamalarla süslenmişti. Eskinin asaleti ile yeninin kolaylığını birleştiren büyük bir zerafet ile
inşa edilmişti.

İkisi de içeri girmek için sabırsızlanıyorlardı. Arabayı hemen yandaki gölgelik alana çektikten sonra,
bagajdan küçük ihtiyaç çantalarını aldılar ve içeri girmek üzere kapıya doğru yol aldılar. Adam anahtarı
takıp kilidi çevirdiğinde içeriden hafif bir tıkırtı duyuldu. İkisi de bu ses ile gerildikten sonra adam kadına
kafasıyla işaret ederek geri çekilmesini istedi. Hemen peşinden kapıyı ardına kadar araladı ve içeriye
göz gezdirmeye başladı. Alabildiğine geniş antrenin tavanda kocaman bir avize vardı ve nasıl içeri
girdiğini aklın almadığı simsiyah bir karga, avizenin üzerinde kafasını sallayarak acı acı ötüyordu.
Bu manzara karşısında ikisi de panik oldular ve bir süre baka kaldıktan sonra hemen kapıyı çektiler. O
esnada içerideki antrede asılı sarkaçlı bir saatten gelen gong sesi ile irkildiler. Bir kaç saniye geçmeden
ön kapının camına sert bir şekilde çarpan karga camı tuzla buz etti. O an kadın kendini tutamayarak
çığlığı bastı, güpegündüz ormanın içinde yankılanan ses ile birlikte ağaçlardaki yüzlerce karga farklı
yönlere doğru uçmaya başladılar. İkisi de bu görüntüye çok şaşırmışlardı.

Az sonra kapıyı açıp içeri girdiklerinde karşı duvardaki sarkaçlı antika saat tam sekizi gösteriyordu ve
güneş batmak üzereydi. Eşyalarını yerleştirdiler ve adam ön kapının camını bodrumda bulduğu naylon
bir branda ile kapatmaya çalıştı. İşini bitirmek üzereydi ki, karısı arkadan sinsice yaklaşıp birden
boynuna sarıldı. Adam ise şaşkınlıkla dolu tatlı bir gülümseme ile onu sırtına aldı ve hafifçe dizlerinin
üzerine çöktü. Şimdi ikisi birden yerdeki tarihi İran halısının üzerinde uzanıyorlardı. Yanları üzerine
yatmış, birinin eli diğerinin saçını okşarken birbirleriyle göz gözeydiler. Tıpkı gerçekten aşık olan
insanlar gibi, dakikalarca bakıştılar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder